13 Mayıs 2015 Çarşamba

Deli Beyhan

Hayat öyle garip ki, geri vites yapmanızı istediği zaman sizin için gerekli olan tüm koşulları bir araya getirmekte asla tereddüt etmiyor. Tüm hikayeler metin okuma dersinde öğrendiğimiz gibi giriş, gelişme, sonuç diye gitmiyor hayatta. Sonlandırdığımız hikayeler yeniden başlayıp, bir kez daha gelişebiliyor. Zaman hızla akarken sürekli geri dönüp bakarak onu durdurma eğiliminde oluyoruz ama o asla durmuyor. Alışkanlıklar, benliğimizde yer eden inançlar, korkular bizi mıh gibi soğuk betona sabitliyor. Yerimizden kıpırdayamıyoruz. Çivileri söküp çıkardığımızda bedenimizde ve ruhumuzda yeri doldurulamaz boşluklar oluşuyor.
Bencil hayatlarımızda, sadece kendimizi, çıkarlarımızı ve kişisel sorunlarımızı düşünerek yaşamaktan usanmıyoruz. Çocukların mutluluğu, kuşların sesi, çiçeklerin görüntüsü, denizin dalgaları ve bizden bağımsız ilerleyen diğer olaylar bizi ilgilendirmiyor. Keyif almayı unutmuşuz. Öyle bir an geliyor ki kendimizi çivilediğimiz betonlar arasında görünmez oluyoruz. Sonunda o soruyu sormaktan kendimizi alamıyoruz: "Hepsi bu mu?"
Hikayeme gelince.. Aklımda yer etmiş, geçmişe ait bir ev var. Duvarları dökük, camları ve merdivenleri kırık, içi çöplerle dolu iki katlı mavi badanalı bir ev: Deli Beyhan'ın evi. Sokakta oynarken canımız sıkıldığında birbirimizin suratına boş boş bakar, "Hadi Deli Beyhan'ın evine girelim" derdik ama o eve sadece bir kez girebildik. Beyhan'ın hüzünlü hikayesini ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim. Bir rivayete göre kızımız çok zengin bir ailenin tek çocuğu. Hatta oturduğu o müstakil ev de kendisine ait. Tam evlenmek üzereyken nişanlısı onu terk ediyor ve bunun üzerine Beyhan aklını yitirip, sokaklara düşüyor. Ailesi de kendi itibarlarına zarar gelmemesi için (itibarlarına sıçtıklarımın) kızlarını tek başına bu eve kapatıyorlar. Ailesi öldükten sonra kıza bakacak kimse kalmıyor. Sokaklarda gezip, çöplerden yemek topluyor. Hava karardığında da, kapısız ve yıkık pervazlı, soğuk evine sığınıyor. Kirli battaniyesini üzerine çekip gazete kağıtlarıyla kaplı zeminde uyuyor. Hava karardığında evinden korkunç çığlıklar geliyor. Kendimden biliyorum, bu sesler en çok da küçük çocukları ürküyor. Eve girdiğimiz günü çok net hatırlıyorum. İçeride kimse yok, yerde fare ölüleri var. Bütün binanın duvarlarına leş gibi bir koku sinmiş. Duvarda camı kırık bir çerçeve, içi boş. Yerde kapağı olmayan, tozlara bulanmış kırmızı bir ruj. Her yeri kurcalıyoruz. Tam evden çıkarken Deli Beyhan bizi görüyor ve peşimizden deliler gibi (gibisi fazla) koşmaya başlıyor. Kaçıp saklanıyoruz. Bizi bulamıyor ve bağıra çağıra evine dönüyor.
Birileri deli dediğinde benim aklıma ilk Beyhan gelir, sonra Aysel Gürel, ondan sonra da senelerdir kapımızın önünde Büyük Altay diye tüm gücüyle bağıran adam. Geçmişinden kopamayan bu üç karakter bana hep bir ağızdan önüne bak diyor. Önüne bak dostum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sizde içinizden ne geliyorsa yazın... Ben öyle yaptım...