29 Mart 2015 Pazar

Anı defteri


Öncelikle kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için... Eskiden böyle yazardık birbirimizin anı defterlerine. Kalpler aynen o derece temizdi. Böyle akça pakça. Sonra büyüdük, ne olduysa o zaman oldu. İşin içine para girdi; hırslar girdi; ego girdi. O defterler katran karası bir hal aldı. Önceden yazdıklarımızı bile okuyamaz olduk. O güzel temiz sayfaları karaladık, uçlarını kopardık, üstlerine kahve döktük, sigara külleri attık. Defterdeki tüm sayfalar teker teker yitene dek... Yeni bir defter almak lazım.

24 Mart 2015 Salı

Fantezi Adamı Elma Yanak

Sene 2010... Öğretmenlik meretiyle uğraşıyor ve lise öğrencilerinin gazabına maruz kalarak yaşam mücadelesi veriyorum. Gene başımızda cadıdan olma, zombiden doğma bir hatun var. Sonra diyorsun ki cinsiyet ayrımcılığı yapma! Gel de sen yapma! Neyse dediğim gibi bu cadı Sheila bizim bölüm başkanı... Kendisi bizi it gibi çalıştırıp arada bir yönetime kırıtarak paraları cebe atıyor. O sırada okul yeni açıldığı için hepimiz canhıraş çalışıyoruz. Zaman zaman günde on saat arka arkaya derse giriyoruz ama dert etmiyoruz. Zaten okulun sahibi klimacı :) Kendisi Kemeraltı'nın iyi bilinen esnaflarından... Okul işinde para var hacı demişler, amcam da belli ki "Girek la madem para varsa" demiş.
Okulun müdürü de bomba. Adam güya Türkçe öğretmeni ama şöyle konuşuyor. "Geri dönütlerinizi bekliyorum." :))) ya da "Çeketlerinizi geyin" (Türkçe meali : "Arkadaşlar rica etsem ceketlerinizi giyer misiniz?").
Gel zaman git zaman bunlar tutturdular: "Okulumuzda yabancı öğretmenler olması lazım. Dil sahibinden öğrenilir. Neytiv spikırlara ihtiyacımız var" diye.
Cadı Sheila da tam gaz internet üzerinden başvuru kabul etmeye başladı. Fazla para da vermek istemedikleri için görüşmeye öğretmenlik tecrübesi olmayan, yeni mezun, zooloji okumuş adaylar geliyor. Bizim bölüm başkanı için hava hoş. Getirdi başımıza bıraktı Coni'yi gitti. Garibim bir süre boktan bir otelde kaldı. Sonra klimacı dayı "Çogggg masraf oluyorrrr. Eve çıgsın!" diye emretti. Biz de 12 saat geçirdiğimiz okuldan arta kalan zamanda da Coni'ye ev bakmaya başladık. Sürekli emlakçılarla konuşuyoruz, internette araştırma yapıyoruz ama bekar bir Coni'ye evini vermek isteyen çıkmıyor. Bir gün Coni'yle koridorda yürürken elma yanaklı okul müdürü yolumuzu kesti. Adam testeredeki bisikletli elma yanaklıya inanılmaz benziyordu. Bana döndü ve dedi ki: "Şimdi söylediklerimi harfiyen Coni'ye tercüme etmeni istiyorum kızım. Söyle ona çok üzgünüm." Coni'ye döndüm "Müdür Bey çok üzgünmüş Coni dedim." Coni anlayışla başını salladı. Müdür devam etti: "Dün gece hiç uyumadım." "Coni, Müdür dün gece hiç uyumamış." Coni anlamsız anlamsız suratıma bakarken Müdür "Durmadan Coni'yi düşündüm." diye ekledi. "Hep seni düşünmüş." Coni bunları duyunca dehşete kapıldı :)))). Çocuk da ben de şoktayız. Ben gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum. "Coni'ye en kısa zamanda sıcak bir yuva bulacağımızı söyle" dedi. Dudaklarını içe kıvırarak "Kartcım senin desteğin lazım bu konuda" dedi ve o sırada deri ceketiyle ortalarda dolaşan, kamyoncu kılıklı ilkokul müdiresi bunu odasına çağırdı, elma yanak da koşarak yanımızdan ayrıldı. Günün geri kalanında bunu cümle aleme anlatıp güldüğümüzü söylememe gerek yok herhalde.
Sonra ne mi oldu? Biz bu kamyoncuyla birlikte Coni'ye ev kiralamaya gittik. Yanlış duymadın. Müdire Dayıyla (Bayana benzeyen tek bir yanı bile olmadığı için böyle diyorum) birlikte gittik. Coni 6 ay kadar bizimle çalıştıktan sonra memleketine dönme karar aldı. Muhtemelen vardığında taşını toprağını öpmüştür, duvarlardaki Rönesans fresklerini yalamıştır. Kendisinden bir daha haber alamadık ama olsun. Kendine iyi bak Coni. Bunu okuma ihtimalin yok ama olsun gene de sorucam: "Kaçtın kurtuldun köftehor biz naapalım?"

23 Mart 2015 Pazartesi

Eğitim şart



Üç haftadır burda çalışıyorum. Bana "Ne yapıyorsun?" diye sorsan cevabım "İyi be sen naapıyorsun?" olur. Özetle durumlar böyle... Allah e-kitabı bulandan razı olsun. Bu dolu dolu geçen çalışma saatlerimde kitap okuyup kişisel gelişimimi tamamlıyorum. İş yoğunluğu bu şekilde devam ederse, James Joyce'un Türkiye şubesi olurum. Şimdi sana müdürümle aramızda geçen bazı muhteşem diyaloglardan bahsetmek istiyorum:

Varan 1 
Müdür: "Ben bugün burda mıyım Kart Hanım?"
Kart: "Burdasınız Müdür Bey."
Müdür: "Tamam. Burdayım". (İç ses: Katatonik Şizofreni!!!)

Varan 2
Müdür: "Kart Hanım şu dolma kaleme uygun bir tüp alır mısınız lütfen?" (İç ses: Hala tüplü dolma kalemle yazı yazan varmış enteresan...)
Bir kaç saat sonra...
Kart: "Aldım. Buyrun Müdür Bey."
Müdür: "Nerden aldınız?"
Kart: "Kırtasiyeden..." (İç ses: Yufkacıdan!!!)

İtiraf ediyorum daha vasıfsız bir işim olmamıştı. Öğrencilik yıllarımda Armada'da ayakkabı tanıtım hostesliği yaptığımı saymazsak, ya da kart tanıtımı, ya da animasyon, ya da... Galiba sorun sende değil bende...

Pazartesi Sendromu

Pazartesi... Günah keçisi... Kimsenin sevmediği, işe giderken kendini kesimhaneye giden damızlık gibi hissettiğin, trafiğin hep kabus olduğu o muhteşem gün... Haftaya onunla başlarsın, diyete de, yeni işine de... Kısacası tüm başlangıçlar gibi belirsiz, bir o kadar da sevimsiz bir gün... Misal bundan iki hafta önce Pazartesi günü yeni bir işe başladım. Tam da bahsettiğim gibi bir gündü. Şirket turu adı altında bir işkenceye maruz kaldım. İK Müdürü'nün arkasında hızlı adımlarla ilerlerken etrafa attığım yavru tapir bakışlarımla turumuza devam ediyorduk. Herhalde 95 kişinin filan elini sıkmış, sırıtmaktan jokere dönmüştüm. Bu sahte ifadeyle ortalıkta dolaşırken kendimi düğünde gibi hissettim. Ne kepaze bir durum... Hani damatla gelin ilk dansın ardından keseyi kollarına takıp tek tek masaları dolaşır, misafirleri öper ve para dilenir ya... Ööööööp ööööp ööp ööp öp... Miden bulanana kadar öp... Çok benzer bir hissiyat...
Esas anlatacağım olaya geçmeden önce sana bir karakterden bahsetmem lazım: Ahmet Amca. Kendisi yazlıktaki karşı komşumuz olur. Nasıl birisi mi? Öncelikle şöyle söyleyeyim alınma, darılma gibi bir huyu asla yoktur. Kapıdan kovarsın bacadan girer. Babam kendisini genelde ıslıkla çağırır. Başta bu durum bana biraz garip gelmişti ama zamanla alıştım. Bu adam eskimiş masa örtülerinden karısına bandana yaptırıp kafasına takar. Zihnin açıklık durumunu artık var sen düşün... Her sabah babama yalakalık olsun diye onunla koşuya çıkar, bir de birlikte masa tenisi oynarlar. Arada bir ortadan kaybolur. Herkes bilir ki böyle zamanlarda köylüyü zarara uğratmaya köye gitmiştir. Döndüğünde arabasında çuval çuval un, pirinç, kömür vs. olur. Kısaca Ahmet Amca çok "sevilesi", hatta uzaktan geldiğini gördüğün anda yol değiştirilesi bir insandır...
İşteki ilk günümde Ahmet Amca'ya rastlamak paha biçilmezdi. IK direktörü ve IK müdürüyle kurumsal kurumsal sohbet ederken kapıda birden bunu gördüm. Tüm yılışıklığıyla karşımda dikiliyordu. Önce sarıldı öptü. Ben inanılmaz tepkisizim. Sonra baktı olmuyor, hızını alamadı, tekrar sarıldı öptü. Kurduğu cümleleri yazarken bile utanıyorum. "Bebitom naber? Minnoşum benim ya... Kuzucuğum... Bunlar kuzucuklarımız bizim. Canlarımız bizim. Nasılsın kuzucuğum? Annen, baban nasıl?" Benden cevap: "İyiler, Ahmet Bey. Sağolun." İçimden nasıl ağır küfürler ediyorum belli değil ama adam durmuyor: "Bu benim elimde büyüdü. Küçücüktü. Çok iyi çalışandır haaa. Çok çalışkandır. Ailesi de çok iyi insanlardır." "Sağolun Ahmet Bey, teşekkürler." Ya pardon da bu ne samimiyet? İstersen müdürler çıksınlar biz seninle birdir bir oynayalım. Ahmet Amca'nın benden senelerin öcünü bu şekilde aldığına inanıyorum. Denize giderken yolda karşılaştığımızda suratına bakmadığım zamanların, her fırsatta beni ne kadar uyuz ettiğini anlatan bakışlarımın öcünü aldı. Sayende artık buradaki çalışma hayatıma ense tokat göte şaplak modunda devam edebilirim. Teşekkürler Ahmet Amca.

20 Mart 2015 Cuma

Şat dı fak ap! Yo madda faka!!!


En son 2013 baharında buraya yazdığıma göre arada olabileceklerden bir haber kalmış sen sevgili bloğum bilmelisin ki; yaşam beni pek de güzel sürprizlerle  karşılamadı. Böyle bir girizgaha ne gerek vardı? Bence çok gerek vardı. Birazdan yazacaklarımın nedenini böylelikle anlayacaksın ey okuyucu!!! Sonra vay efendim yazdıkların çok hard core oldu filan yapma bana...
İş yerinde en çok nefret ettiğim şeyi buldum. Karılar...  Karılar diyorum çünkü bunlar onlara iş dünyasında hitap edildiği üzere "Bayan", "Hanım" ya da türevleri değiller. Bunlar bildiğin karı... Dedikoducu, suratsız, cadaloz, sevimsiz karılar... Kim demiş insanları sınıflandırmamak lazım diye. Her iyinin içinde bir kötülük, her kötünün içinde bir iyilik...Yin, Yang... Hassiktir ordan! Yok öyle bir şey. İnsanlar kendi sınıflarını kendileri belirliyorlar zaten. Senin bir şey yapmana gerek kalmıyor. 
Bu ablalar işe gelmesin ya... Herkesin bir tarzı var. Yeni mezun kızlara hayatı zindan etmesinler. Stajyerleri üzmesinler... Kadın programları var bir sürü :) Orda burda içlerindeki bu boktan enerjilerini göbek atarak harcasınlar mesela... Ya da o hırsla balkon süpürsünler, temizlik yapsınlar, çocuklarına terlik atsınlar, halı silkelesinler, mahalle kavgasında ara dayağı yesinler ama şirketlerden uzak dursunlar... Lütfen. Rica ediyorum.