23 Mart 2015 Pazartesi

Pazartesi Sendromu

Pazartesi... Günah keçisi... Kimsenin sevmediği, işe giderken kendini kesimhaneye giden damızlık gibi hissettiğin, trafiğin hep kabus olduğu o muhteşem gün... Haftaya onunla başlarsın, diyete de, yeni işine de... Kısacası tüm başlangıçlar gibi belirsiz, bir o kadar da sevimsiz bir gün... Misal bundan iki hafta önce Pazartesi günü yeni bir işe başladım. Tam da bahsettiğim gibi bir gündü. Şirket turu adı altında bir işkenceye maruz kaldım. İK Müdürü'nün arkasında hızlı adımlarla ilerlerken etrafa attığım yavru tapir bakışlarımla turumuza devam ediyorduk. Herhalde 95 kişinin filan elini sıkmış, sırıtmaktan jokere dönmüştüm. Bu sahte ifadeyle ortalıkta dolaşırken kendimi düğünde gibi hissettim. Ne kepaze bir durum... Hani damatla gelin ilk dansın ardından keseyi kollarına takıp tek tek masaları dolaşır, misafirleri öper ve para dilenir ya... Ööööööp ööööp ööp ööp öp... Miden bulanana kadar öp... Çok benzer bir hissiyat...
Esas anlatacağım olaya geçmeden önce sana bir karakterden bahsetmem lazım: Ahmet Amca. Kendisi yazlıktaki karşı komşumuz olur. Nasıl birisi mi? Öncelikle şöyle söyleyeyim alınma, darılma gibi bir huyu asla yoktur. Kapıdan kovarsın bacadan girer. Babam kendisini genelde ıslıkla çağırır. Başta bu durum bana biraz garip gelmişti ama zamanla alıştım. Bu adam eskimiş masa örtülerinden karısına bandana yaptırıp kafasına takar. Zihnin açıklık durumunu artık var sen düşün... Her sabah babama yalakalık olsun diye onunla koşuya çıkar, bir de birlikte masa tenisi oynarlar. Arada bir ortadan kaybolur. Herkes bilir ki böyle zamanlarda köylüyü zarara uğratmaya köye gitmiştir. Döndüğünde arabasında çuval çuval un, pirinç, kömür vs. olur. Kısaca Ahmet Amca çok "sevilesi", hatta uzaktan geldiğini gördüğün anda yol değiştirilesi bir insandır...
İşteki ilk günümde Ahmet Amca'ya rastlamak paha biçilmezdi. IK direktörü ve IK müdürüyle kurumsal kurumsal sohbet ederken kapıda birden bunu gördüm. Tüm yılışıklığıyla karşımda dikiliyordu. Önce sarıldı öptü. Ben inanılmaz tepkisizim. Sonra baktı olmuyor, hızını alamadı, tekrar sarıldı öptü. Kurduğu cümleleri yazarken bile utanıyorum. "Bebitom naber? Minnoşum benim ya... Kuzucuğum... Bunlar kuzucuklarımız bizim. Canlarımız bizim. Nasılsın kuzucuğum? Annen, baban nasıl?" Benden cevap: "İyiler, Ahmet Bey. Sağolun." İçimden nasıl ağır küfürler ediyorum belli değil ama adam durmuyor: "Bu benim elimde büyüdü. Küçücüktü. Çok iyi çalışandır haaa. Çok çalışkandır. Ailesi de çok iyi insanlardır." "Sağolun Ahmet Bey, teşekkürler." Ya pardon da bu ne samimiyet? İstersen müdürler çıksınlar biz seninle birdir bir oynayalım. Ahmet Amca'nın benden senelerin öcünü bu şekilde aldığına inanıyorum. Denize giderken yolda karşılaştığımızda suratına bakmadığım zamanların, her fırsatta beni ne kadar uyuz ettiğini anlatan bakışlarımın öcünü aldı. Sayende artık buradaki çalışma hayatıma ense tokat göte şaplak modunda devam edebilirim. Teşekkürler Ahmet Amca.

1 yorum:

Sizde içinizden ne geliyorsa yazın... Ben öyle yaptım...