26 Ağustos 2015 Çarşamba

Yaz halleri...


Bunaldım, ağzıma sıçıldı, ne işmiş amk diye diye sonunda işimden istifa edip kurtulduğumdan beri tam bir kral hayatı yaşıyorum. Çok bir bok yaptın da bunu hak mı ettin diye sorarsan, apışır kalırım öyle, doğru düzgün bir cevap da veremem. Etrafımdaki iyi niyetli insanlar benim bunu hak ettiğimi söylüyorlar. Sanki kendileri hak etmiyormuş gibi. Tabii ki herkese ayrıl işinden benim gibi götünü gezdir diyemem ama şunu da çok net olarak biliyorum ki; insanlar kendi ördükleri kafeslerin içine girip oturmayı tercih ediyorlar. Hayattaki herşeyi parayla ilişkilendiren insanoğlunun tek savunma mekanizması "Eee işte paramız yok". Ulan sende para değil de göt yok. Belirsizlikten korkuyorsun. Gideceğin yolun sonunu düşünmekten seyahatin tadını çıkarmayan sensin. Üç günlük boktan hayatına sıkı sıkıya sarılmışsın. Ofiste oturup Emine'yle Mehmet'in şirket içi gizli aşkını çekiştirmek hayatındaki tek aksiyon. Bunu kendine nasıl yakıştırır bir insan şaşıyorum. Kendi kendime ördüğüm kafesimi kendim bozdum. Tekrar içine girip oturmak istersem kafes işte tam orada. Kısacası bu durumu bir kayıptan çok kazanç olarak görüyorum. Sonsuza dek yapabilirsem, bu düzene karşı koyabilirsem ne mutlu. Gün gelir de direnemezsem en azından bu özgür geçirdigim günlerin bende bıraktığı mutluluk kırıntılarıyla avunurum. Neyse saat 13:15 olmuş sen de şirketin sana sağladığı muhteşem olanaklardan sadece biri olan öğle yemeğini bitirmişsindir. Deniz çok güzel, ben bir dalıp geliyorum.

Tabii ki unutmadım...


Seninle bir Eylül akşamında tanıştık. Hani şu ne üşüten ne de ısıtan o hoş sonbahar serinliğinde... Dün gibi hatırlıyorum, doğum günümden tam 2 gün önceydi. Yurt odasında mal gibi takılırken, Cansu odaya girip: "Android Mehmet ve taş kuzeniyle yemeğe çıkıcam siz de geliyorsunuz" demişti. Biz de itiraz etmeden hazırlanıp gitmiştik. Arjantin caddesindeki Cafemiz'de tam çaprazıma oturmuştun. O gece bir yere söz vermişsin, erkenden kalkıp gittin. Bütün gece Cansu'dan seni dinledik. O cüce yüzünden sabaha kadar uyuyamadık.  

İzmir'e döndüğümde kızlar aradı. Benden çok hoşlanmışsın. Telefonumu istiyormuşsun. Cansu vermek istememiş, odamdaki kız onu ikna etmiş. Başta yok mok dedim ama sonradan baya hoşuma gitti. Kime niyet kime kısmet :)

Beni aradığında telefon çekmiyor diye altı durak önce otobüsten inmiştim. Bunları sen bilmezsin. Telefonda bana "Çok güzeldi o gece mutlaka tekrarlayalım" dedin. Ben de sana "Ondan mı o kadar erken gittin?" diye sordum. "İşim vardı. Aslında yanınızdan hiç ayrılmak istemedim. Sohbet çok keyifliydi. Arkadaşıma söz verdiğim için gitmek zorunda kaldım." dedin ve "Cuma senin için uygunsa görüşelim" dedin. Böylece ilk buluşmamızı ayarlamış olduk. 

Cuma günü panik halinde giyeceğim giysileri ayarladık. Sen öğrenci yurdunun önünde beklerken, birinci kattaki asansörün yanındaki küçük pencereden bütün kızlar seni izledi. Sen bunu da bilmezsin. O gece herkes seni çok beğendi. Kısacası tam not aldın. Yine Cafemiz'e gittik. Birlikte akşam yemeği yedik. Odaya döndüğümde kızlara tüm detayları anlattım. 

Her gün beni görmeye gelirdin. Derken kış geldi. Ankara'nın tüm sokakları karla kaplandı. Arabana anti-freeze li silecek suyu aldık. Bir gece eğlenmek için Salata'ya gittik. Orada ilk defa elimi tuttun. O gece yurttan izin alıp kızların evinde kaldık. Çantamda cüzdanını unutunca beni aradın, cüzdanı aşağıya getirdiğimde kızların kapısının önünde öpüştük. Benim için ilk olmasa bile ilk olmayı hak edecek kadar güzeldi. Seni düşünerek uyuyakalmışım. 

Arkadaşlarınla buluştuğumuzda çok kasılırdım. Hepsi benden yaşça büyük ve ukalaydı. Çok fazla arkadaşın vardı ve hepiniz 100 yıldır tanışıyor gibiydiniz. Gene de sizinle takılmak ve onların yanında başka birisi olmanı izlemek hoşuma giderdi. 

Doğum gününü kutladık. Kötü bir geceydi. Senden ayrılmak istedim. Bunalmıştım. Sen doğal olarak buna bir anlam veremedin. Şu an ben de anlam veremiyorum. Aramamanı söyledim, aradın. Telefonda seninle bok gibi konuştum. Sonra pişman oldum ama artık bunun için geçti. 

Bütün yaz seni düşündüm. Her gece bana geri dönmen için dua ettim. Yaz tatili için Antalya'da bir iş buldum. Dönmeme 10 gün kala beni aradın ve Antalya'ya geleceğini söyledin. Sana haber vermeden İzmir'e döndüm. Geldiğinde aradın ama ben İzmir'deydim. "Neden haber vermedin?" diye sordun. "Salağım da ondan" diyemedim. Ankara'ya döner dönmez seni aradım. Antalya'da tanıştığın bir kızla birlikte olduğunu söyledin. Böğrüme resmen koca bir sığır sürüsü oturdu.  

Tam 2 sene sonra İtalya'ya gideceğim diye gece yarısı seni aradım. Gece 3'te beni olduğum yerden almaya geldin. Uzun süre dönmeyeceğim diye seni kandırıp ağzından bir sürü laf aldım. Benden çok hoşlandığını itiraf ettin. 2 hafta sonra çıktım geldim.

Askerdeyken beklediğim tek kişi sendin. Asla bilmedin ama ben çok bekledim. Yatağımın yanına bir kağıt yapıştırdım. Tıpkı filmlerdeki gibi her gece duvara çizik attım. Gelmeden beni aradın. "Herkes aradı. Bir tek sen aramadın." dedin. Arayamadım. Sevgilin vardı. Yapamadım. Yapamazdım. Seni askerdeyken sadece bir kez aradım. Onda da sen beni aramak için dolabına gidiyormuşsun ve benim aradığımı görmüşsün. Neden olur ki böyle şeyler hiç anlamam. 

Askerden dönünce iş bulamadın. Birlikte rainbow süpürgelerinin tanıtımını yaptık. Baban işle ilgili çok üzerine geliyordu. Yemek yerken "şu tuzu uzat da bir işe yara" demişti sana. En çok bu cümlesi koymuştu. Ders çalışmak için 7. Cadde'nin sonundaki Milli Kütüphane'ye giderdik. Haberleşmesek bile karşılaşırdık. Sen sınavlara hazırlanırdın, ben de yüksek lisans ödevlerimi yapardım. Nasıl yaptın bilmiyorum ama KPSS'de Türkiye birincisi oldun. Hem de yedi alanda. Sen üniversiteyi bile sekiz senede bitirdin. Hiç söylemesem de zekana hep saygı duydum. İsteyip de yapamayacağın hiç bir şey olmadığını biliyordum. Sınav sonucunu aldığın anı çok net hatırlıyorum. Sonucun olduğu kağıdı ilk bana getirip göstermiştin. 

Bir yaz bizim yazlığa geldin. Birlikte kalacağın oteli ayarladık. Merkezde dandik bir otelde kalmıştın :) Herhalde hayatım boyunca geçirdiğim en güzel yazdı. 

Bir gece birlikte çok sarhoş olduk. Beni eve bıraktın. Sarıldık birbirimize. "Sana bir sır vereceğim ama bunu asla bana karşı kullanmayacaksın" dedin ve ekledin "Hep seni sevdim. Seni kız arkadaşımdan daha çok seviyorum ama ona söz verdim." İkimiz de birbirimizin omzunda ağladık. Bunu asla sana karşı kullanmadım. 

Yılbaşında sarhoş olup seni aradım. "Seni çok seviyorum." dediğimi hatırlıyorum. "Ben de seni çok seviyorum ama ben evleniyorum." dedin. O günden sonra seni bir daha aramadım. Hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ne Ankara, ne Tunalı Hilmi, ne Kuğulu Park, ne Seymenler Parkındaki yıldızlar... Hiçbir şey aynı olmadı. Ben de aynı olamadım. Şehri bu yüzden terk ettim ama bunu bile yapmam zaman aldı. 

Seni en son Karum'da gördüm. Eşin bir kot ceket deniyordu. Beni gördün. Ben de seni gördüm. Kafamızı çevirdik. Tıpkı birbirini hiç tanımayan, resim çekilirken tesadüfen aynı kadrajda bulunan iki yabancı gibi. 

Bazen bir film izliyorum. O yıllardan bir şarkı çalıyor. Birileri Ankara'dan bahsediyor. Silecek suyu alırken, normal suların yanında anti-freeze li silecek suyuna rastlıyorum. Aklıma sen geliyorsun. Tüm resimlerini yırtmışım. Hepsini. Sadece mezuniyet cd sinde varsın. Cd leri düzenlerken elime geçerse izleyip, o şapşal haline gülüyorum. 

Buraya yazmadığım, yazamadığım, yazmaya üşendiğim, unuttuğum binlerce anım var seninle. İyi ki seni tanımışım. Bazen instagramda eşin resimlerinizi koyuyor. Bir oğlun var. Sana benziyor. Daha yeni bir kızın oldu. Kız çocuklarını çok seversin. Kaliforniya'ya taşındınız ve çok mutlusunuz. Umarım çok daha mutlu olursunuz. Hep iyi ol. 

Bu yazı sadece senin için... Sonsuza kadar okumayacaksın biliyorum. Tıpkı her gece üşenmeden yazdığım ve senin görmediğin günlüklerimdeki gibi olacak. Olan bitenden haberin olmayacak ama ben bileceğim. Bu yazı sadece senin için... Hikayemizin sadece bana sorduklarında anlattığım kısmı... Senden sonra bende bıraktığın boşluğu pamuklarla doldurdum. Bir yağmur yağdı tüm pamuklar ıslandı. Kumsallarla doldurdum. Bir rüzgar esti, her yer toz bulutu oldu. Artık anladım. O yüzden doldurmuyorum. Böyle iyi.